Aslında gazetelerde, sitelerde; hatta dergilerde bile yazı
yazmaya ne zamanım var ne de isteğim. Ne ki konu şehir, kültür ve sanat olunca
dayanamadım ve… sultanbeyli.tv haber sitesi yayın yönetmeni, sanatçı ruhlu güzel adam
İlyas Bağatur’un yazma talebini geri çeviremedim. Üstüne Sultanbeyli, sevdiğim
bir yerleşkedir.
Neden yerleşke dedim? Buna değineceğim.
Malumu ilam; köy, tarım toplumu bireylerinin ihtiyaçlarını karşılamak ve yaşamak üzere toplandıkları küçük yerleşim mekânlarıdır.
Yerleşke ise köyün biraz daha gelişmiş hâli olup (medeniyetin değil) şehrin imkânlarından daha fazla yararlanan yerleşim birimleridir.
Şehirli olmak medeni olmak demek olmadığı gibi köylüleri
medeni olmayan insanlar olarak nitelendirmek de sağlıklı değildir. Bir insanın
şehirli olduğu hâlde medeni olmayabileceği gibi, köylü olduğu hâlde medeni
olabilen nice insan vardır. Medeniyet tavır ve duruş ile ilgilidir. Keza şehir
ile kent ve yerleşke farklı şeylerdir.
Şehir için eskiler Medine derlerdi. Farabî’nin (vef. 950) ünlü
eserinin adı Medinetü’l Fazıla’dır ki bildiğimiz (ma’rife) Medine şehri ile
ilgisi yoktur; erdemli şehir anlamına gelir. Farabî’ye göre erdemli şehir,
insanın dünya ve ahiret saadetini birlikte gerçekleştirebileceği yerdir. Farabi
bu eserinde konuyu devlet boyutuna taşıyarak ideal devletin çerçevesini de
çizer. Devlet şehirlerle devlet olmuştur.
Osmanlı Türkçesinde temedddün etmek diye güzel bir ifade
vardır. Şehirlileşmek, medeni olmak, anlamına geliyor. Hadaret de bu anlamda
kullanılmış. Dinî, edebî, kültürel bilgileri aktaran türler için de aynı kökten
muhâdarat terimi var. Neresinden bakılsa, şehirlilik medeniyetle; kültürle,
sanatla, diyanetle ilgilidir. Bu da yerleşik bir kültür ve medeniyeti ifade
eder.
Hz. Peygamber, temeddün etmeyi, şehir kurmayı ve şehirlerde
yaşamayı öğütlemiştir. Peygamber (as)’in şehirleri övdüğü özel olarak da
Medine’ye teveccühü bulunduğu biliniyor. Bunun dışında ada özel şehir
övgülerini muhtevi “hadisler” de mevcuttur; fakat Hadis bilgini M. Yaşar
Kandemir’e göre bunların çoğu kendilerini Hz. Peygambere methettirmek isteyen
şehirlerin hüsnükuruntusudur ve uydurmadır (mevzûdur).
Şehirleri bayındır kılan da onu toplu helâk merkezleri
hâline getiren de insandır; çünkü şehirler, insan eliyle şekillenir. İnsanın
şekillendirdiği, bir biçim verip kalıba döktüğü sanat eserleri ile akrabalığı
vardır şehirlerin; çünkü şehir ve medeniyet insan ruhunu kemale erdirmek üzere
donatılmışlardır.
Tarihi mekânları, müzeleri ve kütüphaneleri, kültür
merkezleri olmayan bir yerleşim yeri sadece yerleşkedir. Bu vasıfları üzerinde
taşımayan büyük yerleşkeler ise şehir değil kenttir. Kentin ağırlıklı dokusu
betondur, kargaşadır, gürültüdür, metalik seslerdir. Bu konuda iki göstergemiz
vardır: Kuşlar ve ağaçlar. Kuşların terk ettiği şehirler nicedir şehir
vasıflarını kaybederek kent olmuşlardır. Ağaçların itilip kakıldığı, binaların
çeperlerine değmemek için boynunu büktüğü, hoyrat iş makineleriyle yara bere
içinde bırakıldığı yerlerde şehir de medeniyet de elini eteğini yavaş yavaş
çeker.
Bunca söz Sultanbeyli, Sultangazi, Bağcılar, Esenler, Güngören, Kasımpaşa, Okmeydanı, Gültepe, Yenibosna gibi yerleşkelerin neden şehir vasfını kaybettiklerini; buraların nasıl şehir hâline gelebileceğini anlatmak içindi. Bu yerleşkelerimizi şehir kılmak için olağanüstü çaba sarf eden Sultangazi, Esenler, Sultanbeyli yerleşkelerini yöneten belediyelerin hakkını yemeyelim. Zamanında öyle yanlış işler yapılmış ki bu yerleşkelerimizi ıslah etmek; buraları yaşanabilir bir şehir görüntüsüne büründürmek olağan değil, olağanüstü de değil insanüstü bir çaba gerektiriyor. Bu insanlar da bunu yapıyorlar.
Kimse alınmasın: Problem, andığımız yerleşkelerde yaşayan
köy kökenli; fakat şehirli olmaya bir türlü yanaşmayan insanlarla ilgilidir. Bu
bir tespit olarak anlaşılmalı ve tahfif ifadesi olarak alınmamalıdır. Bendeniz
de köy kökenliyim ve bundan şeref duyuyorum. Köy kökenli olmak değil şehirli
olamamak bir problemdir. Peki, bu problem nasıl aşılacak? Bu yerleşkeler nasıl
şehir (li)leşecek? Konuya gelecek yazımızda değinelim.